Neden Karadeniz Denir? Adların Gücü, Yönlerin Politikası ve Rengin Siyaseti
Bir denize “kara” demek, kulağa şiirsel geldiği kadar kışkırtıcı da geliyor. Çünkü kelimeler sadece tarif etmez; dünyayı biçimlendirir. “Karadeniz” dediğimizde, aslında neyi çağırıyoruz? Kuzeyin sertliğini mi, suların derinliğini mi, tarihin tortusunu mu? Yoksa hepsini birden mi? Bu yazı, “Karadeniz” adının ardındaki katmanları sökmek ve rahat koltuklarımızda huzursuz sorularla kıpırdanmak için. Başlık basit, ama cevap rahatsız edici derecede katmanlı.
Renk mi, Yön mü? “Kara”nın Coğrafi Sözlüğü
En popüler anlatı şu: Eski Türk-İran geleneğinde renklerin yönlerle bir eşlemesi vardı—kara (kuzey), ak (güney), kızıl (batı), gök (doğu). Bu çerçevede Karadeniz, kuzeyde kaldığı için “kara”; Akdeniz ise güneyde olduğu için “ak” denmiştir. Mantıklı mı? Evet. Yeterli mi? Hayır. Çünkü bu anlatı, kelimelerin insanların deneyimlerinden nasıl beslendiğini fazla steril bırakıyor. Kuzeyin iklimi daha haşin, deniz daha çetin, ufuk sık sık kurşuni; “kara” yalnızca yön değil, duygudur da. O halde soru şu: Sırf yön eşlemesiyle yetinirsek, Karadeniz’in karakterini—hırçın dalgasını, sisini, ani fırtınasını—nereye koyacağız?
“Kara”nın Kötü PR’si: Derinlik, Tehlike ve İtibar
“Kara” Türkçede yalnızca renk değil, kimi zaman niteliktir: kara haber, kara gün, kara talih… Adlandırma, algıyı biçimler. Karadeniz’e “kara” demek, denizi otomatik olarak “hırçın/tehlikeli” klasörüne atmaz mı? Bu denizin meteorolojisi çabuk değişir; akıntılar sert, kıyı çizgisi girintili çıkıntılıdır. Tarih boyunca sayısız gemi bu suya karakterini vererek battı—evet, “kara” bir deneyim de demektir. Ama bir provokatif soru sorayım: Bu itibar, bugün ekonomik ve kültürel politikalarımızı hâlâ fark edilmeden şekillendiriyor olabilir mi? “Zor deniz” algısı, liman yatırımlarını, balıkçılık stratejisini, turizm dilini nasıl etkiliyor? Belki de “kara”yı yalnızca doğa değil, anlatı da derinleştiriyor.
İsimler Arasında Sıkışan Tarih: Dillerin Çekişmesi
Karadeniz’in tek hikâyesi Türkçe değil. Antik dünyada bu sular “Axenos” (misafir sevmeyen) ve sonra “Euxinos” (misafirperver) gibi adlarla anıldı; yani ad bile zamanla evcilleştirildi. Adlar değişti, ama denizin arşivi aynı kaldı: göç yolları, koloniler, savaşlar, ticaret… Bugün “Karadeniz” diyoruz, ama bu adın altına hâlâ Pontus’tan Kafkaslara, Tuna’dan Kırım’a kadar bir jeopolitik roman sığıyor. Soru şu: Adı değiştirsek tarih de değişir mi? Elbette hayır. Peki adı okuma biçimimizi değiştirsek—onu sadece fırtına değil, geçiş ve bağ kurma metaforu yapsak—bölgede yaşayanların kader anlatısını dönüştürebilir miyiz?
Rengin Politikası: Haritalarda Görünmeyen Pazarlık
Bir denizin rengi, harita yapımında estetik değildir; güç ilişkilerinin sessiz alt yazısıdır. “Kara” diyerek kuzeyi işaretler, Akdeniz’le bir karşıtlık kurar, sonra bu ikiliği ekonomi ve kültüre taşırsınız. Lojistik hatlar, enerji koridorları, balıkçılık kotaları, turizm kampanyaları… Hepsinin dilinde isimlerin gölgesi vardır. Şu soruyu soralım: Karadeniz’i “kara”dan ibaret görmek, onu sadece zor bir coğrafya olarak konuşmaya zorlamıyor mu? Ya “bereketli kuzey”, “geçişlerin denizi”, “kıyıların orkestrasi” gibi bir dil kursaydık; acaba hangi politika belgeleri, hangi yatırım notları, hangi belgeseller farklı yazılırdı?
Bilim ve Mitin Çatışması: Anoksi, Akıntı ve Masal
Bilim diyor ki: Karadeniz’in derin suları oksijensiz; su kolonunun taban katmanlarında hidrojen sülfür baskın, bu da ekosistemi dünya ölçeğinde benzersiz kılıyor. Bu kadar “koyuluk” hissi, bir yönüyle kimyasal ve fiziksel bir gerçek. Ama mitler başka bir şey söyler: Hırçın deniz, inatçı dalga, gözü kara balıkçı… Bilim ile mit çarpıştığında kim kazanır? Cevap net değil. Fakat emin olduğumuz bir şey var: “Kara”nın çekimi, hem labaratuvarda hem masal tezgâhında güçlüdür.
Sonuç Yerine: Adı mı Bizi, Biz mi Adı Taşıyoruz?
“Neden Karadeniz denir?” sorusunu hızlıca “kuzey=kara” şablonuna sıkıştırmak kolay. Ama bu kolaylık, adın bize kurduğu tuzağı da gizler: İsimler yalnızca tarif etmez, tayin eder. Kimliğimizi, kültürümüzü, ekonomi politiğimizi etkiler. Belki de esas mesele, adı tartışırken denizin kaderini de tartıştığımızı kabul etmektir.
O hâlde birkaç provokatif soru bırakıyorum: Karadeniz’e “kara” demek, bugün bölgeye dair bütün stratejilerimizi (turizmden çevre politikasına) farkında olmadan karartan bir filtre olabilir mi? Adı değişmese bile, anlatısını değiştirsek neyi dönüştürürüz—ekonomiyi mi, ekolojiyi mi, kendimizi mi? Ve en önemlisi: Adların gücünü ciddiye almadan, denizlerin hakkını verebilir miyiz?
Katılın, itiraz edin, yeni sorular sorun. Yorumlarda buluşalım; belki de “kara”yı hep birlikte yeniden okuyarak, bu denizi yeni bir dille görürüz.